Akif Çukurçayır etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Akif Çukurçayır etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Ekim 2018 Cuma

Gençliğim Eyvah (Tarık Buğra)

Tarık Buğra'nın bu isimde bir romanı çok da bilinmiyor. En azından ben öyle sanıyorum. Okuyunca çok ilginç buldum. Sürükleyici ve heyecan verici bir kurgu.
Romanda "İhtiyar ve Delikanlı" karşılaştırması var. Kötülükle iyiliğin kavgası.
Alışılmadık ve ilginç ifadeler ve kavramsallaştırmalar kullanılmış kitapta. 1979'da basılan bir
roman için hayli şaşırtıcı... 1979 yılı için hayli iddialı denebilecek konular işlenmiş.

***
Kitaptan bazı ifadeler:

* "Sersemlikleri Koruma, Geliştirme ve Yayma Vakfı" (İhtiyar toplumu sersemlerden oluşan bir yığın olarak görüyor.)
* "Gururun en tiksindiği şeydir pişmanlık."
* Bu bir "dahiyane namussuzluk"tu delikanlıya göre.
* İhtiyar, "Karanlık çağlardan kalma bir büyücü" mü?
* "Deha -mutlak sıfır gibi- mutlak bencilliktir."
* İnsanlar genellikle "dik sürüngenler"dir.
* "En mendebur yaratıkta bile bir yaşama hırsı vardır."
* "Solucanlar gibi dik sürüngenler de hayatta kalmak için çaba gösterirler."

***
Bir yanda ihtiyar, diğer yanda Raşit ve Güliz...
Bir tarafta mendeburluk, diğer tarafta birbirine bağlanan kalpler...
Umulmadık bir son. Toplumsal alt üst oluşlar, kaos.
İhtiyarın planlarının kusursuzluğu. Ama her planın mutlaka bir kusuru olur öyle değil mi?
Hüzünlü bir son.
İnsanları eşyalaştıran, hiçleştiren bir otomatın romanı: Gençliğim Eyvah!

28 Mayıs 2018 Pazartesi

DRİNA KÖPRÜSÜ

Drina bir nehir... Sava nehrinin en büyük kolu... Ivo Andriç,
 bu nehir üzerine yapılan bir köprü ve o köprünün kaderini belirlediği insanları ve toplumları romanlaştırmış...

Ivo Andriç'in Nobel ödüllü romanı, 1516'da İstanbul'a getirilen ve daha sonra Kanuni'nin Veziri Azamı olacak olan Sokullu Mehmet Paşa'nın hikâyesiyle başlıyor. Sokullu daha on yaşında çocukken o nehirden geçerken oraya bir köprü yaptırma hayali kuruyor ve daha sonra da yaptırıyor. Bu köprünün yapılış öyküsü, birçok milletin kaderini anlatıyor aslında. 
Türkler, Sırplar, Boşnaklar, Avusturyalılar... Müslümanlar, Hristiyanlar, Yahudiler... Osmanlı yönetiminden Avusturya yönetimine geçen bir beldenin insanlığa miras bıraktığı dönüşüm öyküsü... Yönetim, kültür, sosyoloji, savaş, barış...
İyi yöneticiler (Arif Bey), kötü yöneticiler (Abdi Ağa) ne kadar muazzam anlatılıyor. Çocukların, genç kızların ve delikanlıların başlamadan biten yaşamları; hiddetle akan bir nehrin iki yakasında verilen yaşam mücadeleleri ve dramların arkasından sürüklenen yaşamlar... Düğün günü kendini nehre bırakan Fatma; nehrin kenarına ilk oteli yapan Lotika...
"Coğrafya kaderdir" demiş İbni Haldun. Bir köprü bir
coğrafyanın yaşamını değiştiriyor... Bir kent yeşeriyor, ticaret gelişiyor, toplumsal etkileşim hızlanıyor... 
Köprü yaşlandıkça Osmanlı da yaşlanıyor... Köprü birçok saldırıya rağmen yıkılmıyor, ayakta kalıyor... Ama Osmanlı yaşlılığın arazlarına daha fazla dayanamıyor... Osmanlı'nın Vişegrad'ı (Drina Köprüsü'nü) terketmesi, buralara yeni bir "uygarlığı" getiriyor... Teknoloji, planlama, imar bu beldeyi ve çevreyi beklenmeyen bir biçimde değiştiriyor. Ama tarih Osmanlı dönemindeki birçok milletin bir arada huzurlu bir biçimde yaşadığı dönemleri özletir hale geliyor.
Ivo Andriç, Osmanlı'nın zalim yöneticilerini de, adil yöneticilerini de çok etkileyici biçimde anlatıyor. İyi insanları ve kötü insanları büyüleyici bir biçimde betimliyor. 
Drina Köprüsü'nü okuduktan sonra, o sarp dağları ve öfkeli nehirleri ve elbette etrafında kalan hatıraları görme isteği uyanıyor... 

21 Mart 2018 Çarşamba

ÇİVİSİ ÇIKMIŞ DÜNYA

Amin Maalouf, dünyanın bildiği bir isim. Ortadoğu'yu yaşayan ve
anlatan adam. Ortadoğu'nun hastalıklarını teşhis eden, tedavi yollarını gösteren bir edebiyatçı. Çivisi Çıkmış Dünya, Ortadoğu'nun tarihini, açmazlarını, umutsuzluklarını ve hastalıklarının çarelerini gösteren bir kitap. Kitaptan bazı alıntıları dikkatlerinize sunmak istiyorum:

* Pusulasız girdik yeni yüzyıla... Entellektüel dünyanın, finans dünyasının, iklimin, jeopolitiğin, etiğin çivisi çıkmış durumda.
* ...bir zamanlar özgürlüğün, dünyanın tamamına yayılmakta olduğuna inanan, şimdiyse ona yer olmayan bir dünyanın biçimlendiğini gören, eli kolu bağlı biçimde fanatizmin, şiddetin, dışlamanın ve umutsuzluğun yükselişine tanık olan bir özgürlük tutkununun; her şeyden önce de, aslında sadece, pusuda bekleyen yok oluşa boyun eğmek istemeyen bir yaşam aşığının endişesi benimkiler.
* Berlin Duvarı'nın yıkılmasından sonra herkes Avrupa'ya hücum ederken Avrupa yolunu şaşırdı. Doğunun, yerkürenin çeşitli bölgelerine baktığımda yine de en az Avrupa için endişeleniyorum. 
* Arap-İslam alemi bir daha çıkamamazcasına tarihsel bir kuyuya gömüldükçe gömülüyor; bütün dünyaya karşı, Batılılara, Çinlilere, Hintlilere vb. ve ayrıca herşeyden önce kendisine karşı öfke duyuyor.
* Arap alemi dibe vurmuş durumda; evlatlarını, dostlarını ve aynı şekilde tarihini utandırıyor.
* Hz. Muhammed "İnsanların en iyisi insanlara yararı dokunandır" diyor. Ama Arap alemi kötülükte yarışıyor.
* Batı kazandığı yerde kaybetti. Çin ve Hindistan Batı modeliyle kalkınırken, Batı için tehdit olmaya başladı. 
* Batı dünyasının kendisine özgü tarihsel körlükleri ve kendine özgü etik kusurları var. (Yoksul dünyaya karşı umursamazlıkları ve sömürgecilik günahları var.)
* Batı uygarlığının diğer uygarlıklardan daha fazla evrensel değer ürettiğine inanıyorum. Ama bu değerleri başkalarına gerektiği gibi aktaramadı. Bugün bütün insanlık bunun bedelini ödüyor.
* ABD Irak'ta grupları kışkırtmıştır. Bu utanç kaynağıdır.
* "You break it, you own it" (Kırarsanız sizin olur.) C Powel Bush'a şöyle diyor: 25 milyon Iraklının bütün sorumluluğu sizde. 
* Batı kendi ilkelerini "ötekilere" uygulamayarak ikircikli davranmıştır. Bu ilkelerin en önemlisi evrenselliktir. İnsanlığın bir bütün olduğu düşüncesidir. "İnsan hakları" herkes için aynıdır.
* ABD Irak sarsıntısını atlatır, Irak ise ABD sarsıntısını atlatamaz.
* Benim gözümde aklın özgürlüğünden daha değerli bir şey yoktur.
* Kültür, bir hayatta kalma yöntemidir. Bir halkın özel yaşamı edebiyatıdır. Tutkular, özlemler, düşler, inançlar, yoksunluklar, dünyayı algılama... "Ötekini" tanımanın yolu edebiyatını, dolayısıyla kültürünü tanımaktan geçer.
* 21. Yüzyıl ya kültürle kurtulacak ya da yok olup gidecek. Arap İslam alemi kendi değerlerine dönüp bakmalı: "Alimin mürekkebi, şehidin kanıyla tartılır, alimin mürekkebi ağır gelir" ve "Alimler peygamberlerin varisleridir" gibi telkinleri ve değerleri unutmamalı.
* Aidiyetlerin belirleyiciliği yerine standartların ve hukukun belirleyiciliği temel olmalı.
* ...şimdiki zamanları yalnızca başarısızlıkla, bozgunlarla, yoksunluklarla ve aşağılanmalarla örülü olan toplumlar, kendilerine inanmayı sürdürebilmek için gereken kanatları ister istemez "geçmişte" arıyorlar.
* Birbirine pek de benzemeyen sayısı olayla örülmüş tarih, genellemelere uymaz pek. Tarih içinde doğru yolu bulmak için pek çok anahtara ihtiyaç vardır, bütün anahtarların yerine bir anahtar koymak, sözüm ona bütün kapıları açacak bir maymuncuk ortaya koymak akıllıca değildir.

* Dünya nüfusunun %5'ini oluşturan ABD'nin, %95 dünyalıdan çok daha fazla belirleyici olduğu bir siyasi sistemde ciddi bir sorun var demektir.

* Kendimizi AYRI gördüğümüz zamanlarda, "BİZİM DE ÖTEKİLER İÇİN ÖTEKİ DURUMUNDA OLDUĞUMUZU" unutmamalıyız; 




16 Şubat 2018 Cuma

İnsanın Kaderi: Coğrafya

Çoğu kişi İbni Haldun'un "Coğrafya kaderdir" düşüncesine katılmaz, ama "coğrafya kaderdir..."
Rabindranath Tagore, 1913 yılında Nobel Edebiyat Ödülü almış. Hint edebiyatının baş
yapıtlarından sayılan bir roman olan Gora, Tagore'un "insanlığa" yaptığı önemli katkılardan birisi. 
Çünkü;
* İnsanın kaderi bütün coğrafyalarda, dinlerde, dillerde aynı.
* Kast sistemi, ayrımcılık, ötekileştirme ve bağnazlık kıtalar dolaşıyor ve özünde aynı.
* Yaşamın özünün "insana saygı" olduğunu anlayamayan karanlık cehalet yaşamları yok ediyor.

Yazar Roman'ın baş kahramanlarından Gormahan Babu'yu (Gora) konuştururken, o dönem Hindistanındaki Müslümanların yüksek dayanışma duygularından ve ayrımcı olmadıklarından övgüyle söz ediyor. (Bugün İslam coğrafyasına baksaydı sanırım bunu söyleyemeyecekti.)
Bazı alıntılar:
* Kendini tanı, çünkü bilmek özgürlüktür.
* Tanrı insanları farklı yaratmıştır ve hepsini aynı yolda yürümeye zorlamamıştır.
* Zindandayım... Bir göl resmine bakıp yüzmeyi hayal ediyorum.
* Kalbinin bilinmeyen bir bölgesinde perde kalkmış; sonbahar mehtabı vaktiyle karanlıklara boğulmuş bir odayı aydınlatmıştı.
* eğer gerçeği kavramak istiyorsan, kendini tamamen ona vermelisin.
* Kızıla boyanmış bir göğün ardında, boyunduruğundan kurtulmuş bir geleceğin parlayan ışıklarını gördü.
* İnsan başkasını sınamaya kalktığında, kendi de sınanır.
* Aklında soru olmayan birine yapılacak birşey yoktur. Tok birine yemek vermeye benzer. Hem iştahı kaçırır, hem de o yemek sindirilemez.
* Pişmanlık Tanrı'nın bir lütfudur. Ben hata yapmaktan korkarım, pişman olmaktan değil.
* Gerçeği toplumun oluşturduğu kıstaslardan üstün tutmak.
* Coşkuya kapıldığımız anlarda, kör gururumuz mantıklı düşünmemize engel olur. 
* Acının, ağrının olduğu yerde şifa da vardır.
* Okyanusa ulaşmadan önce birleşen iki nehir gibidir, iki yürek.
* Soylu bir ızdırap ve sevgi nehirlerinin kendi yolunda akması. * 

***
Evet, insan her yerde insan.
Bağnazlık, her yerde bağnazlık.
Aydınlık, her yerde aydınlık.
Karanlık, her yerde karanlık.
Okumak, olumlu yan etkileri olan bir çaba.
Okumak iyileştiriyor.
Gora gibi romanların çok okunması, insanlığın yaralarına biraz olsun ilaç olabilir. Deryada damla misali de olsa.
İnsanın bütün coğrafyalardaki kaderini ve kederini anlama çabası, insanlığımızı artırır, azaltmaz.

Hint kültürünü tanımak için değerli bir çalışma. Paresh Babu'da bir Mevlana anlayışı, Gora'nın babasının bağnazlığı ve Gora'daki zihinsel dönüşüm, Binoy'un uyumluluğu ve Zucharita'nın olanları sorgulaması.
Oldukça akıcı ve sıkmayan bir roman Gora.

12 Ocak 2018 Cuma

SEVME SANATI

"Hiçbir şey bilmeyen hiçbir şeyi sevemez. Hiçbir şey yapmayan,
hiçbir şeyden anlamaz. Hiçbir şeyden anlamayan insan değersizdir. Oysa anlayan hem sever, hem her şeye karşı duyarlı olur, hem de görür. Bir şeyde ne kadar çok bilgi varsa o kadar çok sevgi vardır. Bütün meyvelerin aynı anda olgunlaştığını sanan kişi, üzümleri hiç tanımıyor demektir." Paracelcus
***
Sevmek bir sanat mıdır? Sanatsa, sanat bilgi ve çaba gerektirir. Sevme sorunu, genellikle "sevilme sorunu" olarak görülür. 
***
Gelecekteki tek kesin şey ölümdür.
İnsan, "aklıyla" kendisinin, öteki insanların, geçmişinin, gelecekte olabileceklerin farkındadır. Kendisini ayrı görmesi, payına düşen yaşam süresinin KISALIĞINI bilmesi, İSTEMEDEN doğduğunu, istemese de öleceğini, sevdiklerinden önce öleceğini ya da sevdiklerinin onu bırakıp gideceğini düşünmesi, yalnızlığının, ayrılığının, doğanın ve toplumun karşısında çaresizliğinin BİLİNCİNDE olması; bütün bunlar onun varlığını dayanılmaz bir işkenceye çevirir. Bu işkenceden kurtuluşun yolu, insanın kendisini öteki insanlarla ve dış dünyayla tamamlamadır.
***
Sevgisizlik, insanda huzursuzluk yaratır. (İnsanın kendisiyle barışık olması, kendini sevmesi çevresiyle barışık olmasının ve "ötekilerle" birlikte yaşamanın ön koşuludur.)
İnsanlar, birbirlerini araç olarak gördüğü sürece ne sevgi ne huzur olabilir.
İnsanlar birbirlerini "amaç" olarak görürse sevgi olabilir.
Demokrasiler topluma katılma yollarının çok seçenekli olduğu rejimlerdir. İnsanları yalnızlıktan çıkaran, birbirleriyle iletişim kurma, dolayısıyla "anlaşılma" olanakları üreten rejimlerdir. Sevgisizlik ve kapalılığın risklerini azaltan rejimdir demokrasi.
***
Sevgi olmasa, insanlık birgün bile yaşayamazdı. 
Mazoşist, başkasına sığınarak var olma yolunu seçer.
Sadist, kendisine taparcasına bağlı olanlarla var olur. Sadist kullanır, aşağılar, incitir. Mazoşist de, sadist de yalnızca koşulsuz bağlılıkla var olur, sevgiyle değil.
***
Sevgide iki varlık bir olur, farklılıklarını koruyarak ve iki ayrı varlık olarak kalarak. 
Saygı ve sevgi ancak özgür ilişkilerle olanaklıdır. Bağımlılığın olduğu yerde saygı olmaz.
Mevlana'nın "yer ve gök" metaforu etrafındaki açıklamalar, insanın "tamamlanması" üzerine çok değerli bir örnektir.
***
Bencil insan başkalarını sevemez, kendini de sevmez.
Sevebilmek için olgun (olmuş) bir kişilik gerekir.
Çağdaş insan öteki insanlara ve doğaya yabancılaşmıştır.
Çağdaş insan otomata dönüşmüştür, otomatlar sevemez.
Narsistlerden oluşan toplumda sevgi de olmaz, huzur da.



8 Ocak 2018 Pazartesi

Karun ve Anarşist

İskender Pala'nın romanı Karun ve Anarşist'in özeti (s.217):

"Komünist veya faşist olmak değil, insan olmak gerekiyordu demek ki!"

Arka kapaktan:
Karun ve Anarşist, tarihin akışını belirleyen hırsların ve tarihi aşan aşkların romanı.


2 Ocak 2018 Salı

En Çoğa Sahip Olma Tutkusu

Kapitalizm her türlü "değer"i yok ediyor. "Değerleri", insanların "insanlıklarından" çıkarıyor ve içi boş bir "dik sürüngen" haline getiriyor. Tarık Buğra'nın Gençliğim Eyvah romanındaki "dik sürüngen" tanımlaması "günümüz insanlarının" pek çoğunu çok iyi tanımlıyor. "Değerlerden arınan insan"dan geriye ne kalır ki? "Ah bu cesetlerin göğsünde bir kalp çarpmıyor" derken Cemil Meriç, işte bu yakıcı ızdırabı dile getirmiyor muydu? Sanırım işin en trajik yanı da, değerleri alabildiğine ön plana çıkaranların (hangi ideolojiden olursa olsun) o değerleri alabildiğince araçsallaştırdıkları "post truth" bir çağı yaşıyoruz.
Okuduğum bir başka romanda Tekasür suresinin anlamına rastladım. Çok ilginç geldi. İnsanların neden bu kadar sorumsuz, hakkaniyetsiz, savurgan, vicdansız, ahlaksız, müfteri, bencil ve hoyrat olduğunu da aslında çok iyi açıklayan ilahi bir uyarı bu aslında. 

İşte o meal/yorum:



"Daha çok, daha çok (şeye sahip) olmak hırsına tutuldunuz.

Ta ki, mezarlarınızı ziyaret edinceye (oraya ininceye) kadar.

Yok öyle değil, ilerde bileceksiniz!
Hayır, bir bilseniz, kesin (bir) bilgiyle,
...
Yemin olsun ki, günü gelince apaçık göreceksiniz onu.
......."  
                                             

Günümüz insanı “biriktirme” ve “tüketme” hastalıklarıyla kıvranıyor. 

Marx bu trajik durumu “iş dini” ve “miktar ideolojisi” kavramlarıyla açıklıyor. 
"İş" din haline gelmiş, "biriktirme veya en çok miktara sahip olma" da temel yaşam felsefesi ve kitlelerin ideolojisi veya afyonu olmuş. 
Marx'ın tanımladığı “Biriktirme” ve “tüketme” hastalığının pek şifa bulacağı da olanaklı görünmüyor. Kur’an'da da biriktirme hırsının ancak mezarlıkta bittiği, insanların genellikle hırslarının kurbanı olduğu anlatılıyor. 
Bunda din, dil, ırk, coğrafya fark etmiyor. İnsanlık "bilgi çağı cehaletiyle" zehirlenmiş durumda. Oysa gerçekten ‘bilseydik’, kabukla uğraşmayı bırakıp öze inseydik, varlık amacının, "insan olmanın gereğinin" biriktirme olmadığını görebilirdik. 
Biriktirme yerine ihtiyacımız kadar tüketebilseydik, fazlalıklarımızı ihtiyacı olanlarla paylaşabilseydik, sanırım “bilenler” sınıfına dahil olabilir ve daha huzurlu olabilirdik.
***
Hastalıkların çoğunun nedeni “biriktirme ve tüketme hırsı” değil mi? 
O halde bencillik, kendine tapınma, kendiyle barışık olmama, mazoşist veya sadist davranışlar, depresyon, stres, bunalım gibi sorunların temeli olan bu “yaşam tarzı” üzerinde çok ama çok derin düşünmek gerekiyor. 
Düşünmek derken, hepimiz biliyoruz ki bu yaşam tarzı bizi düşünmekten de alıkoymakta. 
"Hayatımızı yaşamıyoruz, yalnızca izliyoruz" diyen Herbert Marcuse haksız değildi. "Düşünce" de öldü. Artık akıllı telefonlar var, akılları iptal eden.

***
Meta fetişizmi, insanlığı eritiyor. Çok bilinen bir değerlendirmeyle tamamlayalım bu kısa yazıyı: 

Dünyanın nüfusu arttıkça, insan sayısında ciddi azalma gözleniyor. 
İnsan sayısı azaldıkça hem dünyanın doğal yapısı ve yaşam alanları bozuluyor, hem de "masumiyet" diye bir şey kalmıyor. 

Bu kısacık yazıyı Oğuz Atay'ın "Bir Bilim Adamının Romanı-Mustafa İnan"daki o güzel cümleyle bitireyim: 
DÜŞÜNMEK ZORDU, DÜŞÜNMEK BÜYÜK BİR ENERJİ GEREKTİRİYORDU...

23 Kasım 2017 Perşembe

BİR BİLİM ADAMININ ROMANI

"Bir kitap okudum hayatım değişti" diyenlerdenseniz, 
OĞUZ ATAY'ın "BİR BİLİM ADAMININ ROMANI-Mustafa İnan" tam size göre.

Özellikle bilimle, felsefeyle, vicdanla ve Türkiye'nin yoksul tarihiyle ilgilenenler için olmazsa olmazlardan ve okunması gereken bir kitap. Hele de "gerçekten" akademisyen “iseniz” ya da "olmak" istiyorsanız.

Kitaptan bazı alıntılar:

·         "Kendi kendimi programlama çabaları." Her düşünenin ve bir merakla yaşayanın sürekli yaptığı bir iş mi "kendi kendini programlama?"
· İnsanın ölümsüz olması nasıl mümkün olabilir?        Ölümsüz olmanın iki yolu vardır: Evlat, eser
·         …eşsiz hocalığı, dalındaki bilimsel çalışmaları, çok sayıda genç araştırıcı ve bilim adamı yetiştirmek suretiyle modern anlamda bir ekol kurmuş olmasını dikkate alarak…
·         Çocukları Napolyon ya da Büyük İskender olmaya özendireceklerine neden bir Pascal olmaya özendirmezler?·         
Akademisyenliğin temel ilkesi: Öğrencilikle birlikte öğreticilik
·         Anlattıkları konularla öğrencilerin canını sıkan hocalar, ders verirlerken kendileri de sıkılırlar. (Rahmetli ders yapmayanları, bütün işi öğrencilerine kitap satmak olanları ya da ders yapıyorum diye kitap okuyanları akademisyen olarak görseydi ne derdi acaba? Veya bkz.: http://governanceturkiye.blogspot.com.tr/2016/08/entrikaci-tuccar-ve-ahlaksiz.html)
·         (Dünyayı ve yaşamı daha iyi kavrayabilmek için) Newton’ın yaptığı gibi sorunlara uzaktan ve yukarıdan bakabilmek.
·         Bizde sözün çok değeri kalmamıştır. (Bizde ezberler zor değişir de ondan!)
·         DÜŞÜNMEK ZORDU, DÜŞÜNMEK BÜYÜK BİR ENERJİ GEREKTİRİYORDU. (Yapılan kolaycılık, taklitçilik, ezbercilik)
·         Bizde eleştiri, deneme gibi türlerin geleneği olmadığı için herşey sisli bir perde altında kayboluyor.
·         Eski korkuları yüzünden bilim adamları renksiz kokusuz bir kalabalık haline geliyorlar.
·         Yarışa birkaç tur geriden başlayan yalın ayak bir koşucunun telaşını duyarsın. Antrenmansız bacakların yorgunluğunu duyarsın. Sen okula gitmek için kilometrelerce yol teperken, onlar taksilerle okula bırakıldılar.
·         Başkalarına çelme takarak öne geçme bilinci aşılanmadı sana. Arkadaşlarına yardım etmeyi düşündün sadece. “İnsan insanın kurdudur” demedin.
·         ÖĞRENCİ TEK BİR KİŞİ DEĞİLDİR, YÜZLERCE GÖZDÜR, KULAKTIR, BEYİNDİR. Yüreği, vicdanı ve sezgisi olan eğitmenlere ne mutlu!
·         Öğrenmek istemezlerse, bir yerden sonra (kimseye) yardım edilemez.
·         Çünkü sen de benim gibi saf bir taşralısın: Güzele ve iyiye kapalı değilsin.
·         Herkese kendini beğendirmek pek makbul değildir.
·         Şu haysiyet denen kelimeyi ne zaman öğreneceksiniz?
·         Biz ziyan olmuş bir nesle mensubuz.
·         Halbuki beyler, bilim adamı ender yetişen bir kuştur, ona özen gösterilmelidir.
·         Kendi kabiliyetlerini (yetenekli insanlarını) durmadan kaybeden milletlerin diğerleriyle aralarındaki farkı kapatmaları hiçbir zaman beklenemez.·         
Yüzyıllardır gördüklerini, dinlediklerini, öğrendiklerini yorumlamaya (düşünmeye) alışmamıştı insanlar, “bu nereden geliyor” diye merak etmemişlerdi (Özellikle de akademisyenler). 
Onları tedirgin etmeden, onlara yeni olan karşısındaki ilkel korkuyu hissettirmeden DÜŞÜNMEYE alıştırmak gerekiyordu.

25 Ekim 2017 Çarşamba

Kitaplardaki İnsanlar ve Kader

Hadi biraz arabesk bir yazı olsun, uzun bir ayrılıktan sonraki ilk yazım...

İlk olarak; 
"Bulutları severmişim meğer" diyor ya Nazım Hikmet, bulutların farkında olmayanların çok da anlayamayacakları ağır mı ağır birşey söylüyor. Mavi gökyüzünün, bereketli yeryüzünün, yağmurun ve bulutların "rutin işleyişleri" ve "sıradanlığı" insanlar için eşsiz bir armağan...
İkinci olarak;
Cemil Meriç'in "tanıdığım bütün iyi insanlar kitaplardaydı" sözünü nasıl anlatsam?
Neyse ki, yeterince iyi insan da tanıdım kitapların dışında, yürek ülkemde bronz heykelleri olan.
Çok tekrarladığım o sosyal medya sözü her geçen gün kendini "mutlak bir hakikat" gibi zihin haritama kazıyor: Dünyanın nüfusu arttıkça insan sayısı azalıyor...
Üçüncü olarak;
Elimde bir kitap... Hiç ilgilenmediğim bir isimden, bir arkadaşım önermese belki de görsem dönüp bakmayacağım bir kitap... O kadar sarsıcı bir kent sosyolojisi ki... Ne sosyolojisi? Aslında psikolojisi, trajedisi, bölünmüşlüğü, cinneti... Paramparça zihinlerin, yüreklerin ve hatta bedenlerin hikayesi:
Tarık Tufan: Beni Onlara Verme
Kitap yer yer kaba bir dille yazılmış ama mekanikleşen yaşamımızın görünmeyen yüzünün fotoğrafları çok sarsıcı olarak sergilenmiş.... 
Bu kitapta mesela, "acıların röntgeni çekilmez, kan tahlillerinde görünmez acılar" gibi bir cümleyi çok sevdim.
Son olarak;
Oğuz Atay'ın Bir Bilim Adamının Romanı ve Amin Maalouf'un ÇİVİSİ ÇIKMIŞ DÜNYA adlı kitapları ilk yazacaklarım arasındaydı.,
Kısmetse onları da yazacağım...
Bu belki bir ilk deneme ve iletişim olanağı...


***
Şöyle bitsin bu yazı: Kaderin üstünde bir kader vardır...