Cengiz Aytmatov'un dünyaca tanınan eseri Gün Olur Asra Bedel
(Gün Uzar Yüzyıl Olur adıyla da yayınlandı. Bu romanın içerisinden çıkarılan kısa öykü de Cengiz Han'a Küsen Bulut adıyla yayınlanmıştı.) romanı insanın en onulmaz yaralarını çok etkileyici bir biçimde anlatıyor. Mankurt Efsanesi bu kitapta anlatılır. Bilincini kaybetmiş bireyler ve toplumlar için bulunmaz bir aforizma olarak yaşamın her alanında kullanılıyor "Mankurtlaşma.."
Efsaneye göre Juan Juanlar genç ve güçlü tutsakların kafa derisini kazıtıp, saçları tek tek köklerinden çıkarırlarmış. Sonra deve derisinin en kalın yerini tuzlayarak kazınan kafaya yapıştırırlarmış. Yürek yakan çığlıkları duyulmasın diye ıssız bir yere götürüp birkaç gün oraya bırakırlarmış. Beş altı kişiden genellikle biri sağ kalırmış. Sağ kalan da "Mankurt" olurmuş. Yani bilincini, kimliğini, aidiyetini, değerlerini hatta ailesini unutur ve tanımaz hale gelirmiş. Aklını yitiren tutsaklar birer otomata dönüşürlermiş. Çünkü, deve derisi saçların yukarı doğru uzamasına izin vermediği için saçlar içeri doğru batarmış. Sonları da er ya da geç ölüm olurmuş.
Nayman Ana isimli göçebe bir kadının oğlu da Mankurtlaştırılmış. En yüce ve köklü duygu "annelik duygusu" olmasına rağmen Nayman Ana'nın oğlu annesini bile öldürmekten çekinmemiş ve Ana Beyit (Ana Barınağı) mezarlığına gömülmüş Nayman Ana.
Juan Juanların Sarı Özek'te yaptıkları kötülükler bu can yakan efsaneyle anlatılmış.
Bilinçsizleşen bireyler ve toplumlar için de "Mankurtlaşma" kavramı sıkça kullanılır olmuştur.
Kitapta anlatılan Abutalip'in hikâyesi de, Sovyet döneminin fotoğrafını çekmesi bakımından çok etkileyici. Kitaptan küçük bir bölüm:
"Abutalip'in soğuktan yanıp donmuş, gözyaşları yanaklarında buzlanmış
yüzünde, gözleri bir zafer kazanmış gibi parlıyordu. Bunu gören
Yedigey'in içine bir korku düştü: Çocukları, babalarının onlar için
katlandığı bu fedakârlığı anlayabilecekler miydi? Çünkü bunun tersi bir
durumla karşılaşanlar hiç de az değildi. Bir teşekkür umarken umursamazlıkla karşılaşır, bazen düşmanlık bile görürsünüz. , Allah onu
böyle bir durumdan korusun, zaten çektikleri yeler ona!" diye geçirdi
aklından.
Çam ağacını ilk gören Abutalip'in büyük oğlu Daul oldu. Bir sevinç
çığlığı atarak dışarı fırladı. Onun hemen ardından, üzerlerine kalınca
bir şey alacak kadar bile beklemeden Zarife ile Ermek koştular.
Daul, çam ağacının çevresinde sevinçten zıp zıp zıpla-. yarak
bağırıyordu:
- Çam ağacı! Çam ağacı! Bakın ne güzel! Zarife de ondan aşağı
kalmıyordu:
- Harika! Çok güzel! Büyük iş basardın, çok yaşa! Hayatında hiç çam
ağacı görmemiş olan Ermek ise,
Yedigcy amcasının taşıdığı ağaca, faltaşı gibi açılmış gözlerle
bakıyordu:
- Anne! Anne! Çam ağacı bu mu? Aa, çok güzel. Hep bizim evde mi
kalacak?"