22 Mart 2019 Cuma

GÜN OLUR ASRA BEDEL

Cengiz Aytmatov'un dünyaca tanınan eseri Gün Olur Asra Bedel
(Gün Uzar Yüzyıl Olur adıyla da yayınlandı. Bu romanın içerisinden çıkarılan kısa öykü de Cengiz Han'a Küsen Bulut adıyla yayınlanmıştı.) romanı insanın en onulmaz yaralarını çok etkileyici bir biçimde anlatıyor. Mankurt Efsanesi bu kitapta anlatılır. Bilincini kaybetmiş bireyler ve toplumlar için bulunmaz bir aforizma olarak yaşamın her alanında kullanılıyor "Mankurtlaşma.." 
 Efsaneye göre Juan Juanlar genç ve güçlü tutsakların kafa derisini kazıtıp, saçları tek tek köklerinden çıkarırlarmış. Sonra deve derisinin en kalın yerini tuzlayarak kazınan kafaya yapıştırırlarmış. Yürek yakan çığlıkları duyulmasın diye ıssız bir yere götürüp birkaç gün oraya bırakırlarmış. Beş altı kişiden genellikle biri sağ kalırmış. Sağ kalan da "Mankurt" olurmuş. Yani bilincini, kimliğini, aidiyetini, değerlerini hatta ailesini unutur ve tanımaz hale gelirmiş. Aklını yitiren tutsaklar birer otomata dönüşürlermiş. Çünkü, deve derisi saçların yukarı doğru uzamasına izin vermediği için saçlar içeri doğru batarmış. Sonları da er ya da geç ölüm olurmuş.
Nayman Ana isimli göçebe bir kadının oğlu da Mankurtlaştırılmış. En yüce ve köklü duygu "annelik duygusu" olmasına rağmen Nayman Ana'nın oğlu annesini bile öldürmekten çekinmemiş ve Ana Beyit (Ana Barınağı) mezarlığına gömülmüş Nayman Ana. 
Juan Juanların Sarı Özek'te yaptıkları kötülükler bu can yakan efsaneyle anlatılmış. 
Bilinçsizleşen bireyler ve toplumlar için de "Mankurtlaşma" kavramı sıkça kullanılır olmuştur. 
Kitapta anlatılan Abutalip'in hikâyesi de, Sovyet döneminin fotoğrafını çekmesi bakımından çok etkileyici. Kitaptan küçük bir bölüm:
"Abutalip'in soğuktan yanıp donmuş, gözyaşları yanaklarında buzlanmış yüzünde, gözleri bir zafer kazanmış gibi parlıyordu. Bunu gören Yedigey'in içine bir korku düştü: Çocukları, babalarının onlar için katlandığı bu fedakârlığı anlayabilecekler miydi? Çünkü bunun tersi bir durumla karşılaşanlar hiç de az değildi. Bir teşekkür umarken umursamazlıkla karşılaşır, bazen düşmanlık bile görürsünüz. , Allah onu böyle bir durumdan korusun, zaten çektikleri yeler ona!" diye geçirdi aklından. Çam ağacını ilk gören Abutalip'in büyük oğlu Daul oldu. Bir sevinç çığlığı atarak dışarı fırladı. Onun hemen ardından, üzerlerine kalınca bir şey alacak kadar bile beklemeden Zarife ile Ermek koştular. Daul, çam ağacının çevresinde sevinçten zıp zıp zıpla-. yarak bağırıyordu: - Çam ağacı! Çam ağacı! Bakın ne güzel! Zarife de ondan aşağı kalmıyordu: - Harika! Çok güzel! Büyük iş basardın, çok yaşa! Hayatında hiç çam ağacı görmemiş olan Ermek ise, Yedigcy amcasının taşıdığı ağaca, faltaşı gibi açılmış gözlerle bakıyordu: - Anne! Anne! Çam ağacı bu mu? Aa, çok güzel. Hep bizim evde mi kalacak?" 

11 Mart 2019 Pazartesi

TÜRK MEKTUPLARI

Ogier Chiselin de Busbeq'in Türk Mektupları isimli bir hatıratı vardır. Kitap, Türkiye'yi Böyle Gördüm ismiyle de basılmıştır. 
Kanuni Sultan Süleyman döneminde İstanbul'da sekiz yıl elçilik
yapan Busbeq Avusturyalıdır. Dönemin siyasi, ekonomik ve kültürel fotoğrafını çeken Busbeq, Kanuni'nin peşinde Amasya'ya kadar gidiyor. 
O dönem tanık olduklarını ve duyduklarını hatırat olarak yazıyor ve bu hatırat günümüze kadar ulaşıyor. Busbeq'in dönemin taht kavgaları ile ilgili tanıklıkları da tarihi gerçekliklere uygun düşüyor. Örneğin, Şehzade Mustafa ve Bayazıd'ın öldürülmeleri dönemin ve Osmanlı tarihinin en trajik olaylarındandır. Osmanlının gidişatını değiştiren bu olaylar Kanuni'nin doğru tercihlerde bulunup bulunmadığını her zaman tartıştıran konular arasında yer almaktadır. Roxalana yani Hürrem Sultan Rüstem Paşa ile işbirliği yaparak en gözde şehzadelerin harcanmasını sağlamıştır. 
Busbeq ayrıca Yeniçeriler, paşalar, köleler, mimari, saraydaki çekişmeler, Macarlar, Sırplar, Bulgarlar ve veba gibi önemli konular hakkında bilgiler sunuyor kitapta. 
Kitabın dönem hakkında farklı fotoğraflar çektiğini belirtmiştim. Saray bahçelerinin güzelliğini de anlatıyor. Ancak, saray bahçelerinin dışındaki İstanbul'un güzel imar edilmediğini, genel olarak imarının kötü olduğunu anlatıyor ve "Buraya bir Avrupalı eli değmeli" diyor. (Sanırım yüzyıllardır bu kanaat ve durum değişmedi, değişmiyor. Bizim coğrafyada planlama hala çok sevilen bir iş değildir.)
Busbeq Kanuni'nin üç dileğini şöyle sıralıyor: 1- Süleymaniye'nin tamamlanması, 2- Su kemerlerinin tamiri, 3- Viyana'nın fethi. (Son dileği gerçekleşmiyor.)
Yazar, o dönemin İran ve Gürcistan'ı hakkında da bilgiler veriyor ve özellikle Gürcistan hakkında çok olumsuz öyküler anlatıyor. 
İstanbul'un bazı semtlerinin laleler, güller ve diğer çiçeklerle süslendiğini, Türklerin buna çok değer verdiğini de anlatıyor.
Ciddi, keskin bakışlı ve az konuşan ihtiyar Kanuni'nin son döneminde kendini daha çok ibadete verdiğini anlatan yazar, şehzadelerin dramını da hikaye ediyor. Kanuni Şehzade Mustafa ve Bayazıd'ı öldürmekle yetinmiyor, torunlarını da öldürttürüyor. Şehzade Cihangir de korkudan hastalanarak ölüyor. Şehzade Bayazıd'ın Bursa'da kalan küçük oğlunun öldürülüşü dehşet verici bir dram olarak kitapta yer alıyor. Çocuğun celladın boynuna sarılması, yanaklarından öpmesi, celladın çocuğu öldürememesi ve bayılması insanı sarsıyor. Ardından çocuğu öldürmekle görevli paşanın bizzat çocuğu öldürmesi ve annesinin feryatlarının Bursa'yı ağlatması. 
Bayazıd ve 2. Selim'in ordularının taht kavgası için Konya'da karşı karşıya gelmesi de kitapta anlatılan olaylardan. 
Yeniçerilerin zaman zaman iaşe sıkıntısı yaşadığı; çorba, soğan ve ekmekle idare ettikleri de anlatılıyor. Yeniçerilerin korkutucu ve haşmetli görünümü de yazarı etkilemiş. 
Tarih hep kendini tekrar ediyor.
"İbret alınsaydı tekerrür mü ederdi" diyen şaire hak vermemek mümkün mü?
Habil ve Kabil'den itibaren yaşanan hep kardeş kavgası; insanın insanla olan bitmeyen hesabı...
Boşu boşuna...