Cengiz Han etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Cengiz Han etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Mayıs 2020 Cumartesi

Semerkant: Nizamülmülk ve Selçuklu Sultanları

Kent doğar, büyür, ihtişamlı zamanlar yaşar; gün gelir ölür ve nekropolise dönüşür. İnsanın yazgısı ile kentin yazgısı birlikte yürür. Saltanatlar, ordular, bilginler, sanatçılar, buluşlar, alt üst oluşlar, doğumlar, ölümler, kuruluşlar, yıkılışlar, krallar, imparatorlar, fetihler, monarşiler, cumhuriyetler, demokrasiler, aşklar, acılar... 'Birey'e, 'toplum'a ve 'devlet'e dair ne varsa, hepsi kenttedir, kentledir ve kentlilerledir. Her kent, bir doğum ve ölümdür; sevgidir, nefrettir; kavuşmadır, ayrılıktır; kuruluştur, yıkılıştır...
Semerkant, bir dönemin Buhara, Horasan ve Taşkent'i gibi hem İslam coğrafyasını hem de dünyayı ışıklandıran sembol Türk kentlerinden birisiydi. Romanlara konu olan, efsaneleriyle tarih olan bir kentti Semerkant. İhtişamlı zamanlarından yalnızca bir kaç asaletli iz barındıran ve şimdilerde adını sanını çoğunun bilmediği bir kent, okuduğunuz bir romanla kendisine aşık edecek kadar gizemli ve muhteşem bir geçmişle karşımıza çıkabiliyor. Ben de (ne yazık ki), ününü çok eski zamanlarımdan bilsem de, Semerkant'la böyle karşılaştım.  
Kentler üzerine yazılmış çok sayıda romana rastlayabilirsiniz. Ama Amin Maalouf gibi bir kalemden Semerkant'ı okumak demek, tarihi bütün boyutlarıyla yaşamak ve o dönemin aktörleriyle özdeşleşmek, konuşmak, tarihle akmak demek... Nizamülmülk gibi bir efsane devlet adamı; Anadolu'yu yurt yapan Sultan Alparslan; Tuğrul ve Çağrı Beylerin bilinmeyenleri; Sultan Melikşah'ın devlet adamlığı ve nihayet Ömer Hayyam gibi bir dehanın dolaştığı coğrafyalar ve talihsizlikler...  Selçukluların bir zamanlar yurt edindiği Tebriz ve Isfahan'ın büyüleyiciliği geçmişten bugüne uzanıyor.

Amin Maalouf, 
Sultan Alparslan döneminden başlayarak Orta Asya şehirlerini, hükümdarlarını, saray entrikalarını, zaferleri, yenilgileri ve elbette tarihi ihanetleri çok güzel anlatıyor.

Roman'daki bazı kısımlardan kesitler ve yorumlar:
Cengiz Han, Doğu'nun başına çöken en yıkıcı afetti. Pekin, Buhara, Semerkant gibi şehirleri yeryüzünden kazıdı. Semerkant gibi bir bilim, kültür ve irfan yurdu da Cengiz eliyle yeryüzünden neredeyse silinmişti. Kısa sürede bütün coğrafyaları ezip geçen Cengiz Han, Türk, İslam ve Çin kültürünün ürettiği evrensel bilginin büyük kısmını yok etti. Kaleleri yıkmakla, insanları öldürmekle yetinmedi; yüzlerce yılın birikimi eserleri ve kütüphaneleri de yaktı, yıktı.

O Semerkant ki;
"Ve şimdi gezdir gözlerini Semerkant'ın üzerinde! Değil mi ki o yeryüzünün ecesidir. Alıp tüm diğer kentlerin yazgı iplerini eline, çıkmamış mı hepsinin üstüne gururla?" Edgar Allan Poe (1809-1849).

Ne güzel bir kent tanımı:
Semerkant, Dünyanın ezelden beri Güneşe çevirdiği en güzel yüz.

Kentlere özgü övgülerin en güzellerinden birisi de İstanbul için yapılmamış mıydı?

"Bu şehr-i Sitanbul ki bî-misl ü bahâdır
Bir sengine yek-pâre Acem mülkü fedâdır."

Şair Nedim, İstanbul'u paha biçilemez değerde görmekte ve bir taşına Acem mülkünü feda etmekteydi.
İnsanların o zamanki, bu zamanki ve gelecekteki koyu cehaletleri ancak bu kadar güzel ifade edilebilirdi:
"Hiç, bildikleri hiç, bilmek istedikleri hiç..." Ömer Hayyam
İnsanların kör cehaletle, önyargıyla, bilgisizlikle yaşaması günümüze özgü değil, bütün çağların en devasız derdidir. Bilmez; bilmediğini de bilmez. Cehaletin en kötüsü...

"Gözlerini, kulaklarını ve dilini korumak istiyorsan; gözlerin, kulakların ve bir dilin olduğunu unut!" Semerkant Kadısı Ebu Tahir. "Görme, duyma ve konuşma" öğüdü sanırım koltuğunu, menfaatini korumanın ve hayatta kalmanın bir yolu olarak önerilmiş... Makyavelizmin farklı bir versiyonu.

"Mekke, Semerkant, Şam ve Palermo: Dört kent. İsyan yıldızı altında doğmuşlardır. Hz. Muhammed Mekkelilerin kibrini kılıç zoruyla yendi." İnsanların olduğu kadar, kentlerin kibirleri de var muhakkak. Kentlerimiz, memleketlerimiz, toplumlarımız bazen 'putlaştırılır." Sanki, Güneş sistemleri, aylar, yıldızlar ve bütün evren bizim, ailemizin, köyümüzün, kentimizin, toplumumuzun var olması için var edilmişler gibi ezeli bir yanılgıyla yaşarız. Oysa, insanlar her yerde insandır. İnsanı, kenti, toplumu yücelten yalnızca "insanlığa kazandırdıkları", bütün insanlığın kabul ettiği evrensel değerlerdir.

"Değildir yoksul, azla yetinmeyi bilen..." Ö. Hayyam
İbni Sina'dan sonra tıp, astroloji, matematik, fizik ve kelâmda dönemin en iyisi Hayyam.
Tuğrul ve Çağrı Beyler'in birisi "öfke"yi, diğeri "itidal"i temsil ediyor. Bir savaş sonrasında Nişabur'da Tuğrul Bey kendisini öldüreceğini söyleyerek Çağrı Bey'i zulümden vazgeçirmiştir. Ölümsüz olduğunu zannedenlere, "ölümlü" olduğunu bilen birinin "adaleti" canı pahasına öğütlemesi paha biçilemez bir erdemdir. 

Çağrı Bey'in oğlu Sultan Alparslan, Alparslan'ın oğlu Melikşah. Selçuklu tarihine damga vuran bu sultanlar kısa zamanda büyük fetihler yapmışlardır. Abbasi halifeleriyle anlaşarak geçici de olsa, bir barış dönemi yaşanmasını sağlamışlardır.

Sultan Alparslan, çok kısa bir zamanda Kars'taki Ani kentini (1064) fethetmiş, ardından Diyarbakır'a geçmiş ve tarihi değiştiren zaferlerden birisini Malazgirt'te (1071) kazanmıştır. 
Sultan Alparslan'ın sonu ve ölmeden önceki sözleri oldukça trajik:

"Daha dün bir tepenin üstünden birliklerimi teftiş ediyordum. Onların adımlarının altında yerin sarsıldığını hissettim ve kendi kendime 'Şu Cihanın hâkimiyim! Benimle kim boy ölçüşebilir?" dedim. Allah bu kibrime karşı insanların en sefilini, yenilmiş, esir düşmüş bir adamı, bir idam mahkûmunu saldı üzerime; o benden daha güçlü çıktı, vurdu devirdi beni tahtımdan, aldı canımı." 
Ve 43 yaşında iken, tutsak aldığı kale komutanı tarafından öldürüldü.

"Ecel çıkıverir pusudan;, benim, ben diye!." Ö. Hayyam

"Hiçbir şeye şaşırma, hakikatin de insanların da iki yüzü vardır." Selçuklu sultanları Alparslan ve Melikşah'ın büyük veziri Nizamülmülk.

Nizamülmülk, başkalarına istediği hareketleri yaptıran kuklacı gibiydi. Suskunlukları dillere destandı. Devlet adamı yetiştirmek için okullar açtı, sultanların her zaman en iyi idarecisi oldu.

Melikşah'ın otağı ve başkenti Isfahan. 
"Isfahan, nısf-ı cihan." Cihan'ın (dünyanın) yarısı demek, Isfahan demek. O dönem 60 kervansarayı , 200 sarrafı ve kapalı çarşılarıyla dünyayı büyüleyen bir kent Isfahan. 

Dönemin bilgini ve seyyahı Ömer Hayyam'ın romanda geçen bazı şiirleri ve sözleri:

"Geçip gidiyor o asude gençlik çağı/ 
Ömrümün ağızda bıraktığı tat da acı.

Iztıraptan belin büküldüğünde/ 
Dünyanın üstüne ebedi bir gece çöksün istediğinde/ 
Yağmurun ardından ışıldayan yeşilliği düşün/
Düşün bir çocuğun uykudan uyanışını.


Ne bilginler geldi, neler buldular!
Mumlar gibi dünyaya ışık saldılar...
Hangisi yarıp geçti bu karanlığı?
Birer masal söyleyip uykuya daldılar.

Oyuna çıkıyoruz birer ikişer;
Bitti mi oyun, mezardayız hepimiz.

Yaşam soluğumuzun kaynağını soruyorsun;
Çok uzun bir hikâyeyi özetlemek gerekirse;
Derim ki, çıkmış ummanın derinliklerinden,
Sonra umman yutuvermiş onu yeniden. 

Cennet de sende, Cehennem de.

Hiçbir sultan benim kadar mutlu, hiçbir dilenci benim kadar mutsuz değildir."

Bir dönemi ve aktörlerini tanımak için "iyi romanlar" da oldukça iyi kaynaklardır; okumayı sevenler için. 



22 Mart 2019 Cuma

GÜN OLUR ASRA BEDEL

Cengiz Aytmatov'un dünyaca tanınan eseri Gün Olur Asra Bedel
(Gün Uzar Yüzyıl Olur adıyla da yayınlandı. Bu romanın içerisinden çıkarılan kısa öykü de Cengiz Han'a Küsen Bulut adıyla yayınlanmıştı.) romanı insanın en onulmaz yaralarını çok etkileyici bir biçimde anlatıyor. Mankurt Efsanesi bu kitapta anlatılır. Bilincini kaybetmiş bireyler ve toplumlar için bulunmaz bir aforizma olarak yaşamın her alanında kullanılıyor "Mankurtlaşma.." 
 Efsaneye göre Juan Juanlar genç ve güçlü tutsakların kafa derisini kazıtıp, saçları tek tek köklerinden çıkarırlarmış. Sonra deve derisinin en kalın yerini tuzlayarak kazınan kafaya yapıştırırlarmış. Yürek yakan çığlıkları duyulmasın diye ıssız bir yere götürüp birkaç gün oraya bırakırlarmış. Beş altı kişiden genellikle biri sağ kalırmış. Sağ kalan da "Mankurt" olurmuş. Yani bilincini, kimliğini, aidiyetini, değerlerini hatta ailesini unutur ve tanımaz hale gelirmiş. Aklını yitiren tutsaklar birer otomata dönüşürlermiş. Çünkü, deve derisi saçların yukarı doğru uzamasına izin vermediği için saçlar içeri doğru batarmış. Sonları da er ya da geç ölüm olurmuş.
Nayman Ana isimli göçebe bir kadının oğlu da Mankurtlaştırılmış. En yüce ve köklü duygu "annelik duygusu" olmasına rağmen Nayman Ana'nın oğlu annesini bile öldürmekten çekinmemiş ve Ana Beyit (Ana Barınağı) mezarlığına gömülmüş Nayman Ana. 
Juan Juanların Sarı Özek'te yaptıkları kötülükler bu can yakan efsaneyle anlatılmış. 
Bilinçsizleşen bireyler ve toplumlar için de "Mankurtlaşma" kavramı sıkça kullanılır olmuştur. 
Kitapta anlatılan Abutalip'in hikâyesi de, Sovyet döneminin fotoğrafını çekmesi bakımından çok etkileyici. Kitaptan küçük bir bölüm:
"Abutalip'in soğuktan yanıp donmuş, gözyaşları yanaklarında buzlanmış yüzünde, gözleri bir zafer kazanmış gibi parlıyordu. Bunu gören Yedigey'in içine bir korku düştü: Çocukları, babalarının onlar için katlandığı bu fedakârlığı anlayabilecekler miydi? Çünkü bunun tersi bir durumla karşılaşanlar hiç de az değildi. Bir teşekkür umarken umursamazlıkla karşılaşır, bazen düşmanlık bile görürsünüz. , Allah onu böyle bir durumdan korusun, zaten çektikleri yeler ona!" diye geçirdi aklından. Çam ağacını ilk gören Abutalip'in büyük oğlu Daul oldu. Bir sevinç çığlığı atarak dışarı fırladı. Onun hemen ardından, üzerlerine kalınca bir şey alacak kadar bile beklemeden Zarife ile Ermek koştular. Daul, çam ağacının çevresinde sevinçten zıp zıp zıpla-. yarak bağırıyordu: - Çam ağacı! Çam ağacı! Bakın ne güzel! Zarife de ondan aşağı kalmıyordu: - Harika! Çok güzel! Büyük iş basardın, çok yaşa! Hayatında hiç çam ağacı görmemiş olan Ermek ise, Yedigcy amcasının taşıdığı ağaca, faltaşı gibi açılmış gözlerle bakıyordu: - Anne! Anne! Çam ağacı bu mu? Aa, çok güzel. Hep bizim evde mi kalacak?" 

3 Ocak 2019 Perşembe

CENGİZ HAN

HAROLD LAMB'in CENGİZ HAN kitabı, tarihin en önemli
 dönemlerinden birine ışık tutuyor. Hiçbir şeyi olmayan bir çoban iken olağan üstü bir dirayet, inanç, acımasızlık ve zulümle büyük bir imparator olmayı başarmış bir isim. "Büyük insan katili", "Allahın belası", "Mükemmel savaşçı", "Taçlar ve tahtlar hakimi" gibi sıfatlarla anılmış. 
Yanında bir kişi bile yokken yüzbinlerce askerden oluşan ordular kurmayı başarmış; çölleri, nehirleri, dağları ve şehirleri insan cesetleriyle doldurmuş ve acımasızca kıyımlar yapmıştır. Hem Müslümanları hem de Hristiyanları perişan etmiştir. Orta Asya'dan Anadolu'ya kadar bütün Müslüman ülkeleri ele geçirmiş ve kütüphaneleri yıkmış, mabetleri yerle bir etmiş; taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmamıştır. Moğollar insanlık tarihinin en büyük afetlerinden biri olmuşlardır. Bütün İslam coğrafyasını istila ettikleri gibi, Fransa'ya, Mısır'a, Çin'e ve Hindistan'a kadar ayak basmadıkları yer kalmamıştır. 
En büyük hasarı Türkler görmüştür. Biraz da olsa yalnızca Harzemşahlar direnebilmiş, ancak onları da yıkmayı başarmıştır Moğollar. Celalettin Harzemşah'la babası arasındaki fikir ayrılığı yenilgiye neden olmuş; babasının stratejik akıldan yoksun özgüveni yıkım getirmiştir. 
Bir Müslümanın hatıratında Moğollar için yazılan şudur: Geldiler, boğazladılar, yağmaladılar ve gittiler.
Kitabın çok kısa özetini sundum. Ancak tarihe ilgi duyanlar için oldukça yararlı bir eser.