"Var olma" sorunu ve sorusunu açıklama, ilahi dinlerin temel amacı olduğu gibi felsefenin de temel ilgi alanı olmuştur. Albert
Camus'nun Denemeler kitabının önsözü Camus'yu "umutsuzluğun yazarı" olarak tanımladıktan sonra şunları söylüyor:
"İnsan da, yaşam da boşunadır ama yine de yaşamak gerekir. İnsan kaderini sevmelidir. İnsan az bir şey, ama yine de çok şeydir." Filozofların çoğunun temel amacı "ölümü açıklamak ve insanlara kabullendirmek" olarak kabul edilir. Sokrates'ten Montaigne'e bunu görmek olanaklıdır. Denemeler'de de "insanın ölmek zorunda olması" kabul edilebilir bir şey olarak ele alınmıyor. Ancak, ölüm karşısında insanın yaşamı seçmesi gerekir. İnsan her şeyi kaybetmeli ki, her şeyi kazanabilsin. İnsan yiğitçe ve sevgi dolu olarak yaşamalı ki, yaşamını anlamlandırabilsin.
"Salt maddecilik diye bir şey olamaz. Maddeden başka bir şey daha var. Her şeyin anlamsız olduğunu söylediğimizde bile anlamlı bir şey söylemiş oluyoruz." Umutsuzluk içinde umut olmadığı sürece yaşamın anlamı kaybolur gider. Ne olursa olsun umudu korumak gerekir.
***
Gerçek sanatçılar hiçbir şeyi küçük görmezler; yargılamaya değil anlamaya çalışırlar. Sanatçı tarihi yapanların emrine giremez. Sanatçının koruması gereken iki önemli şey vardır: Gerçek ve özgürlük. Sanatçı yalana hizmet edemez ve insanın insanı ezmesine göz yumamaz.
***
Saint-Exupery, ölmeden önce "çağımdan tiksiniyorum" derken, insanları en güzel yanlarıyla sevmiş olan bir insanın çığlıklarını duyuruyordu. Yine de bu çağ bizim çağımızdır ve insanlardan tiksinerek yaşayamayız. Evet sefalet, yalan, kokuşmuşluk yeryüzünü sarmış. Biz yine de en yüce insanlık değerleri için yaşayacağız. Mesela, dostluk bir değerdir. Ama dostluk öldürüldü.
Bilgisizliğimizi bildik mi, yobazlığımızı attık mı, insanın hırslarını sınırlandırdık mı, insana ve varlığa dair güzelliği bulduk mu işte o zaman bütün çağların bilgeleriyle aynı yerde buluştuk demektir.
***
Napolyon, Fontanas'a "Dünyada en sevdiğim şey, sadece kuvvetle hiçbir şeyin çözülemiyor olmasıdır. İki şey dünyaya hükmeder: Kılıç ve düşünce. Kılıç, eninde sonunda düşünceye yenilir." Demek, fatihler de kederleniyor zaman zaman. Neyi istemeliyiz? Aklın hizmetine girmeyen kuvvete hiçbir zaman destek olmamayı. İlk işimiz umutsuzluğa düşmemektir. Dünyanın sonu geldi diye bağıranlara kulak vermeyelim. Trajik bir devirde olduğumuz doğrudur. Fakat, umutlu olmak için çok sebep vardır. Dünyada kötülüğü ve sefaleti çoğaltmaya katkı sunmamak; iyiliği ve mutluluğu artırmaya çalışmak da bir erdemdir ve hem aklın hem de vicdanın gereğidir.
***
Son yıllarda dünya genelinde çok insan öldürüldü. Dediklerine göre daha da öldürülecek. Bu kadar ölüm havayı ağırlaştırıyor. Yeni bir şey değil bu! Bilinen tarih, oldum olası büyük katillerin tarihidir. Kabil Habil'i bugün öldürmüş değilki. Bugün de Kabil Habil'i öldürüyor ve kendini haklı çıkararak şeref madalyası istiyor. İnsan öldürmenin bir doktrin olduğu ve kurumsallaştığı bir uygarlıkta cellatların memur kadrolarında olması doğal değil mi? Am bu cellatların balta yerine ellerinde kalem kağıt bulunuyor. Ölüm bir istatistik vakaya dönüştü mü, dünya işleri iyi gitmiyor demektir. Bir insanın yaşamını bir ideolojiye kul köle etmek, onun ölü olmasını istemekten farksızdır.
Karşılıklı konuşma olmayan yerde yaşam da yoktur. Ne yazık ki bugün karşılıklı konuşmanın yerini polemik almış durumdadır. Peki ama polemik nasıl bir makinedir, nasıl işler? Karşındakine düşman gibi bakacaksın, onu basitleştirece, hiçe sayacaksın, yani görmek bile istemeyeceksin.
***
En büyük fetih, insanın kendini aşmasıdır. Akıl ve zeka bedenle birlikte ölecektir. Ama bilgi ve eser yaşayacaktır.
Ütopya gerçekle çekişme halinde olan şeydir. Ama gerçeğin sıkıntıları için çıkış yolları gösterir.
İyi denebilecek hiçbir siyasal rejim yoktur belki de. Ama demokrasi bu rejimlerin en az kötü olanıdır. Demokrat, rakibinin haklı olabileceğini kabul eden kişidir. Onu serbestçe konuşturur ve söyledikleri üzerinde düşünmekten kaçmaz. Fransa (o dönemin Fransası) bu konuda iyi bir konumda değildir.
***
Hayatın herkes için özgür ve adil olması hepimizin isteyeceği birşeydir.
Gün doğarken öldürülen yüzbinlerce insan, toprağı duman duman bir Avrupa, milyonlarca ceset, hepsi aynı Avrupa'nın çocukları. Bütün bunlarla ne kazandık?